Sağlıklı Yaşam

Vücudunuzdaki Deri Değişikliklerine Dikkat!

İnsan derisi
Deri deyip geçmeyelim

Eşlik eden hormonal hastalıklar için deri değişiklikleri önemli deliller sağlar.

Derinin kendisi de hormon üreten bir organdır; konunun bu şekilde ele alınması altta yatan hastalığı ve tedavi hedeflerini belirlemekte yol gösterici olur.

Deri belirtileri tümoral ve tümoral olmayan bazı genetik geçişli hastalıkların tanısının konulmasını kolaylaştırır bazen de eşlik eden ya da edecek olan bir kanserin habercisi olabilir.

Deri hormon sentezleyen ve salgılayan bir organdır.
İnsan derisinin bilinen görevi vücudumuzu dış ortam etkilerinden korumaktır. Çok bilinmeyen özelliği ise derimizin hem bazı hormonlarımızın üretildiği hem de vücudumuzda üretilen birçok hormanla iletişime geçtiğidir. Bu durumun en belirgin örneklerinden biri seks hormonlarıdır. Kadında ve erkekte böbreküstü bezi kaynaklı DHEA gibi bazı hormonlar deride hücre içinde bulunan bir enzimle testesteron veya bunun bir türevine dönüştürülmektedir.
Deride tiroid, paratiroid hormon ve vitamin D ile ilişkili hormonlar bulunmaktadır. Vitamin D guneş etkisiyle deride sentezlenir daha sonra da dolaşıma geçer.
Vücudumuzda hemen hemen tüm iç salgı bezlerinin denetimini sağlayan HPA döngüsü vardır ki bu döngü Hipotalamus-Hipofiz bezi-böbrek üstü bezinin hormonlar aracılığıyla birbirleri ile iletişime geçmesiyle olur. Deri aynı zamanda bu HPA döngüsünün tüm önemli ara hormonlarını salgılar.
Melanosit, keratinosit, mast hücreleri gibi deri hücreleri CRH denilen bir hormon ve bunları tanıyan reseptörleri salgılar. Bu hormonun bir alt tipi olan CRH1 uyarımı propionimelanokortin (POMC) sentezini sağlar ki bu da vücuttaki kortizon sentezinin, böbrek üstü bezinden salgılanan ACTH ile birlikte anahtar düzenleyicisidir. ACTH ve deri rengimizi belirleyen hormon olan melanin stimule edici hormon (MSH) POMC ve türevlerinden elde edilirler
Derinin hormonlara yanıt verme özelliği hormonlarla etkileşime girebilen reseptör denen yapılar içermesinden dolayıdır.
İnsan derisi genellikle hücre yüzeyinde ya da çekirdeğinde hormonu bağlayıp onun etkilerini gerçekleştiren yapılar bulundurur, bunlara ki bunlara hormon reseptörleri denir. Hormonal hastalıklar vücutta bazı metabolik değişiklikler yaparak ve vücudun fizyolojik dengesini bozup gelişimsel problemlere yol açarak ya da hedef reseptörleri aracılığı ile direk olarak derimizde değişikliklere yol açar. Ayrıca bazı hormon hastalıklarının tedavisi için kullanılan ilaçlar da deri değişikliklerine neden olabilir.
Hormonal bir hastalık nedeniyle oluşan deri değişiklikleri altta yatan hastalığa işaret ederek erken tanı için hekime delil niteliğindedir böylece de tanıya yardımcıdır ve bazen de tedavi başarısının takibinini sağlar.
Genel olarak endokrinolojik bozuklukların deri üzerine etkileri şöyle sınıflandırılır
1.Yerel etki: Kandaki hormon düzeylerindeki değişikliklerinin derideki yerel etkileri olarak değerlendirilebilir.
2. Fizyolojik denge: Derinin bazı özel fonksiyonlarını bazı hormonların fizyolojik düzeyleri sağlar. Örneğin ergenlikteki kıl gelişiminin seks hormonlarına bağlı olması gibi ya da testesteron gibi hormonların fizyolojik düzeylerinin kadınlarda tüylenmeye neden olması gibi.
3. Sistemik etki: Bazı hormonlar deri dışı organlar üzerine ya da sistemik etki ile deri değişikliğine yol açar. Tiroid hormonunun fazla çalışması durumunda artmış terleme ve ısı nedeniyle derinin nemli ve sıcak olması gibi.
4.İkincil etki: Deri değişiklikleri hormon bozukluklarına ikincil gelişebilir ve hastalıkla paralel bir seyir gösterebilir.
5.Tedaviye bağlı deri değişiklikleri
Hormonal hastalıklar klasik olarak tutulan organa, az ya da çok çalışmasına, hormonların biyokimyasal içeriğine ve hormonların hedef dokusuna göre ayrılır.
Hormon bozukluğuna bağlı deri değişikliklerinin altta yatan başlıca nedenleri tiroid, paratiroid, böbreküstü bezi ve pankreas hastalıklarıdır.
Deri değişiklikleri tümoral ve tümoral olmayan ve ailesel olan bazı sendromların tanısının konulmasını kolaylaştırır ve eşlik eden ya da edecek olan bir kanserin de habercisi olabilir.

Kaynak: Doç.Dr. Selda Pelin Kartal

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu